Geyikli – Çandarlı

Çalışan her mahlukatın dört gözle beklediği yıllık izin, benim için bir kaç ay önceden belli olmuştu ve ben de diğer tüm mahlukatlar gibi dört gözle izin tarihlerimi bekliyordum. Fakat bu tarihler arasında ne yapmalıydı, kız arkadaşımın da kanına girip tatile mi gitmeli, yoksa memleket ve aile ikilisine üçüncü köşe mi olmalı, yoksa kulüpten birilerini kandırıp uzun tura mı çıkmalıı? İlk iki ihtimale dahil olanların da gönlünü yapıp rızasını aldıktan sonra son ihtimal olan uzun tur üzerinde biraz kafa yormaya başladım. Şevket Abi ve Fikret’i kandırmak hiç de zor olmadı, her ikisi de dünden razıydı. Böylece ekip belli olmuştu, Şevket Abi, Fikret ve ben. Ekibin performansının yüksek olduğunu söyleyebiliriz, bu durumda buna göre bir program çıkartabilirdik artık. Farklı alternatifler düşünüldü ve kabaca varılan karar şuydu: Çanakkale’ye bağlı Geyikli’den yola çıkılacak Edremit Körfezi’ne fazla girmeden Assos’tan Ayvalık Cunda Adası’na geçilip İzmir’e bağlı Dikili’den çıkılacaktı, fakat faliyet başladığında aldığımız karar ile Dikili’yi de geçip Çandarlı’dan çıkacaktık.
Faliyet öncesinde herşey planlandı, alınacaklar alındı, port bagaj ayarlandı, kayaklar yüklendi artık yola çıkmaya hazırdık. Ulaşım için bizim sevgili Portakalımız kullanılacak. Portakal, 1988 model VW T3 kasa bir minibüs, araba değil karıştırılmasın 🙂

4 Ağustos 2009 Salı günü 09:00’da Kadıköy’den yola çıktık. Bahçeşehir’den Şevket Abi’yi de aldıktan sonra Çanakkale yollarına düştük artık. Çok yorucu olmayan keyifli bir yolculukla Çanakkale/Geyikli’ye akşam üzeri 19:00 gibi vardık. Kendimize geceyi geçirecek bir köşe bulduktan sonra kayakları indirip ertesi gün için hazırlıklara başladık.
Ertesi gün erkenden kalkıp son hazırlıkları bitirip arabamızı otoparka bıraktık ve saat 7:00’de suya indik. Egenin lacivert sularında ilerlemek bir harika, hava muhteşem, keyfimize diyecek yok. Bir yerleri hayatımda ilk kez görüyor olmak bana hep heyecen vermiştir, bu sefer de yine aynı duygular hakim. Kumbağlar’a yakalaşırken oldukça ilginç kumul oluşumlar dikkati çekiyor, başkasına göre denize uzanmış kum yığınları olabilir ama bence büyüleyici. Saat 11:30 gibi Kumbağlar’da ilk molamızı veriyoruz. Yarım saatlik kısa bir mola içinde tüm bir karpuzu indirdik mideye, Fiko ve Şevket Abi bi ara dizel motorları sessiz modda çalıştırıp şekerleme bile yaptılar ve sonra yola devam. Deniz yine harika, güneş ne çok yakıyor ne de üşüyoruz. Babakale’den öncesi dik yamaçlar yükseliyor denizden, karaya çıkmak için çok uygun bir yer yok. Bu durumun görsel olarak haşuma gittiğini söyleyebilirim, lacivert derinliklerden yükselen sarp kayalıklar… Performans olarak da oldukça iyi yol aldık, Babakale’ye 15:00 gibi varıyoruz. Babakale’de kale kalıntıları altındaki  kafede oldukça lezzetli gözlemeleri çay eşliğinde götürdük. Tahmini olarak bir saat kadar mola verdiğimiz Babakale’den çıktığımızda arkamızdan esen rüzgarla birlikte burun yelkenlerimizi test etme fırsatını yakaladık. Yaklaşık 2 km kadar arkadan aldığımız rüzgarla birlikte Assos’a doğru yelken + kürek seyri yaptık. Kısa süre sonra akşam dinginliğine kavuşan denizde ilerliyoruz. Sağımızda Midilli adası kalıyor, ada olarak çok yakın olmasa da bu kadar yakın bir yerleşimde farklı bir devlet idaresi olması çok garip birşey, yerleşimler seçilebiliyor. Artık güneş arkamızda kaldı ve yakıcı etkisini tamamen yitirdi, saatler 18:30 gibi. Biraz daha ilerleyip uygun bir çadır alanı bakıyoruz. Assos’a 12 km kala Bademli Köyü’ne bağlı bir kıyıya 19:00 gibi çıktık. Üstümüzdeki yelek-etek gibi ekipmanlardan henüz kurtuluyorken 200 mt ilerdeki evin sahibi geliyor. Kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi soruyor. İlk başta meraklı ve endişeli gözlerle bizi süzen gözler, derdimizi anlatınca yatışıyor. Meğerse bu kıyılardan neredeyse her gece Midilli’ye mülteci götürenler varmış. Bizim böyle bir niyetimiz olmadığını anlayınca bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyor Sabri Amca. Az sonra da bir tabak sarma ve dalından taze koparılmış incirleri torunu ile ikram ediyor. Üstümüzdeki ıslaklardan kurtulup kuruları giydik. Bu arada on kaplan pratikliğine sahip arkadaşımız Fikret çadırı zaten kurmuş, akşam yemeği için eyleme başlamıştı bile. Seslendim “çayıma üç şeker Fiko…”

Telefonlarımıza sarıldık herkes ilk haber verilecek kişileri arıyor. Kısaca geçen dialog şöyle: “Biz karaya çıktık, iyiyiz. Ay yeni doğuyor, yakamoz muhteşem ve karşımızda Midilli…” Sudayken cep telefonlarını kapalı tutuyoruz çünkü tur bitene kadar şarj imkanımız yok. Konuşmaları kısa kısa tutup sonra telefonları kapatıyoruz. Telefonu acil iletişim aracı olarak kullanabilmek için pilleri bitirmemek gerek.

Yoldayken çok hissetmedik ama tabiki yorulmuşuz, ne de olsa elli küsür kilometre yol gelmişiz. Yemeğin ardından çaylar içilirken serdiğimiz matın üstünde sızmak üzereyiz. Etrafı toparlayıp çadıra geçtik kimseden çıt yok, herkes anında sızıveriyor. Sabah yine erkenden kalkıp toparlandık ve 7:30 gibi sudayız, istikamet Assos. Assos’a uğrayıp su almamız gerek. Hazır uğramışken bir de kahve içelim dedik.

Planımıza göre buradan 10 km ilerdeki Kadırga’ya ilerleyip oradan yaklaşık 22 km açık deniz geçişi ile Cunda Adası’na gideceğiz. Assos’tan çıktık, havaya bakıyoruz, birbirimize bakıyoruz ve buradan direk karşıya geçmeye karar veriyoruz. Önümüzdeki kara parçası o kadar silik ki görmekte güçlük çekiyoruz. Sanıyorum beş saat kadar durmadan kürek çektikten sonra helak olmuş şekilde Maden Adası’na çıktık artık. Maden Adası, Cunda Adası’nın hemen kuzey batısındaki bir ada. Bu arada her ne kadar Assos’tan çıktığımızda deniz çok haraketli gözükmese de ortalarda bize doğru gelen dalgalar ve esen rüzgar bizi biraz yordu. GPS cihazımızın iz kayıtlarına göre de akıntı bizi ciddi şekilde Midilli adasına doğru sürüklemiş. Kısacası bu iki noktayı geçecek olan kişilere biraz daha Edremit Körfezi’ne doğru girmesini tavsiye ederim. On kaplan pratikliğindeki Fiko, çadırımızın dış tentesiyle gölgelik bir alan yapa dursun, ben fena haldeki midemin yatışmasını bekliyorum. Yolun ne kadar çetin geçtiğinden, açık deniz geçmenin tam bir psikolojik savaş olduğundan bahsederken bir kavunu mideye indirdik, rahatladık.

Maden Adasını terkettik saatler 17:00’yi geçiyor. Cunda Adası ve çevresi oldukça güzel görünüyor, kendi haline, sessiz, ıssız. Akşamın yorgunluğu ile birlikte kalmayı planladığımız nokta olan Ada Kamping’e çok az kalmış olmasının verdiği rehavetle kürek çekişlerimiz yavaşladı. Doğa Kent önlerinden geçerken her zamanki meraklı bakışlar bizi süzüyor ve kimisi klasik soruyu soruyor: nereden? nereye? Biraz da başarmış olmanın (!) gururuyla ilerliyoruz, artık bu günün son metrelerinde iyice keyfini çıkarıyoruz kürek çekişlerin. Sonunda Ada Kamping’e vardık, kayakları bir kenara çektik, çadır alanımıza çadırımızı kurduk ve yine üstümüzdeki ıslaklardan kurtulmak amacıyla kendimizi sıcak duşa attık. Offff… Duş sonrası yine yemek işine giriştik ve sonrasında kampingin deniz kenarındaki masalarında biraz oturduk. Sohbet falan derken artık bizim için günün bittiği düşüncesini kabullenip yatmaya gittik.

Ertesi sabah kalkış saatimiz biraz daha gecikti, suya inişimiz 8:30’u buldu. Kamptakilerle vedalaşıp yola düştük. İlk önce su almamız gerek, kampta biraz pahalı olduğu için buradan almadık, ilk hedefimiz Sarımsaklı üzerindeki Badavut. Kısa bir mola niyetiyle durduğumuz Badavut’taki plaj önündeki kafelerden birinde çay içmeye karar veriyoruz. Çay içmişken de birer menemen yiyelim diyoruz ve bi güzel de yiyoruz. Tekrar yola koyulduk, şimdi hiç Sarımsaklı plajına girmeden direk açıktan geçip Altınova tarafına gitmek var planda. O da ne..? Rüzgar arkamızdan esiyor, hem de öyle bir esiyor ki küreği suya deydirmeden 14 km kadar gidiyoruz. Hatta hızımız bir ara 13.6 km’ye çıkıyor. Normal seyir hızının 6 km, kısa süreli depar hızının ise yaklaşık 10 km olduğunu düşünecek olursak gerçekten çok iyi bir hız. Bu etabı geçerken rüzgar az da olsa sol arkadan (denizcilik tabiriyle iskele kıç omuzluktan) sert bir şekilde geldiği için bizi devirmesinden endişelenip tekneleri birbirine bordalayıp (yanyana getirip) tutarak ilerliyoruz. Altınova’ya yaklaşıp rüzgar nispeten azaldığında da tekneleri ayırıp yelken + kürek ilerleyerek karaya çıkacak nispeten sakin plaj bakıyoruz. Çünkü buradaki plajlar çok kalabalık. Madra Çay ağzından hemen önce karaya çıkıp, biraz atıştırıp biraz da uyku çekiyoruz kendimize. Tekrar suya indiğimizde biraz daha tazelenmiş olarak asılıyoruz küreklere, Dikili taraflarını da yine açıktan geçicez. Sarımsaklı’dan Dikili’ye kadar görülecek pek bir şey yok, plaj kalabalığı haricinde. Açık denizden Dikili merkezi pas geçiyor ve Çandarlı Körfezi’ne doğru, Dikili’ye bağlı Bademli Köyü, Kalem Adası’na çıkıyoruz. Bu ada üstünde biri işler, biri kapalı durumda iki lüks otel var. Biz ise adanın daha tenha olan güney tarafında küçük bir koya kampımızı attık. Muhteşem güzel bir doğa içinde harika bir kamp yerimiz var. Az ötede Kanada, Almanya bayraklı  tekneler ve birçok yerli tekne var. Bizi merak edip gelen biri tarafından öğreniyoruz ki, adanın tek bir sahibi varmış. Adadaki otel bu adamın eseriymiş ve vefat etmiş, vefatından sonra da çocukları oteli işletememiş ve kapatmışlar. Herneyse, tekrar telefon seramonisiyle birlikte yemek işine girişiyoruz. Tekrar sohbetle birlikte gözler düşüyor, bedenler yerde serili mata yığılmak istiyor, ee biz de dinliyoruz kendisini. Gece oldukça rüzgarlı geçse de uyku hiç problem olmuyor, zaten adayı çalsalar ruhumuz duymaz heralde.

Havanın biraz rüzgarlı olacağını bir gün önceden telefonla öğrenmiştik, Ege açıklarında fırtınalar kopacak, yer yerinden oynayacaktı. Fakat biz Midilli Adası arkasında kaldığımız ve Çandarlı Körfezi’ne gireceğimiz için bize çok dokunmayacak. Kalem Adası’nı terketmek istemesem de yola çıktık, bugün yolumuz nispeten daha az. Yaklaşık bir buçuk saat yol almıştık ki GPS cihazımızın pilleri bitti, biz de pilleri değiştirmek ve biraz mola vermek için Denizköy’e çıktık. Biraz çay, biraz karpuz derken bizim pilleri doldurduk, GPS’in pilleri de değiştirdik. Biraz ilerlediğimizde sağımızda kalan Kızkulesi Adası’nı geçmek üzereydik ki, rüzgardan yediğimiz şamar bizi kendimize getirdi. Karşımızdaki karadan bize doğru esen rüzgar gerçekten sertti. Nereden çıktığını yalnız biz değil, deniz bile anlamamıştı. Karadan estiği için ve birden ortaya çıktığı için pek dalga yapmıyordu, düz denizin üstünden suyu alıp yüzümüze çarpıyordu. Karşımızdaki karanın burnuna yaklaşıp sonrasını tamamen kıyıdan ilerleyerek gittik. Yaklaşık 2 km ilerde bir koyda yarım saat dinlendikten sonra, azgın rüzgara tekrar burnumuzu sokup yola koyulduk. Zaten topu topu 5 km bişey kalmıştı, fakat bu mesefeyi geçmek de pek kolay oldu diyemem açıkçası. Çandarlı’nın içine pek girmek istemediğmizden yazlıkların olduğu bölgeden saat 14:00 gibi karaya çıkarak bu güzel turumuzu sonlandırmıştık artık. Herkes sudan çıktı yine meraklı bakışlar arasında üstümüzü değiştirdik.

Şimdi sıra geldi buradan arabayı bıraktığımız nokta olan Geyikli’ye karadan gitmeye. Tek tek yazmayacağım ama toplamda yedi aktarma yaptığımız karadan yolculuk bizi denizden çok daha fazla yordu. Saat 14:30’da Çandarlı’dan başlayan yol sonunda gece 23:30 gibi Geyikli’ye, gece 03:00 gibi de Çandarlı’ya vardık. Gecenin bir körü kayaklarımızı arabaya yükledikten sonra uykuya dalmak pek de zaman almadı doğrusu. Ertesi sabah da İstanbul’a dönüş yoluna geçtik. Portakalım hiç naz etmeden, bizi üzmeden dere tepe aşıverdi ve bizi evimize geri getirdi.

Böylece denizden yaklaşık 170 km kürek çekip, karadan da 1300 km yol giderek harika bir hafta geçirmiş olduk. Ekibin oldukça uyumlu ve performansta sıkıntı yaşamıyor olması faliyetten herkesin eşit keyif almasını sağladı diyebiliriz. Faliyet öncesi planlama ve hava durumunun takibi bizlere hiç bir sürprizin yaşanmamasını sağladı, tabi buna coğrafyayı Şevket Abi’nin daha önceden biliyor olmasını da eklemeliyiz. Bu arada eğer gidilen coğrafyayı bilmiyorsanız bir GPS cihazı kesinlikle tavsiye ederim. Her ne kadar google earth’ten epey incelemiş olsak da, elimizde deniz haritaları olsa da GPS’in sağladığı kolaylık bambaşka birşey. Ama tabi ki asla GPS’e güvenmemenizi, daha öncesinden bölgeyi harita üstünde iyice incelemeyi ve yanınızda harita bulundurmanızı tavsiye ederim.

Bu turun GPS kayıtlarını buradan indirebilirsiniz.

“Geyikli – Çandarlı” için 4 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir